Yürürken takıldı gözlerim. Sefaleti yaşayan bir insanın sokak köşelerinde sakladığı o mahzun bakışlarına. Seni görüyor ama sana bakmıyor gibiydi. Mahcup ama başka yöne çevirmeyeceği kadar boş bakışlarını akamayan gözyaşları ile göz çanağına sabitlemişti. Gördüğüm şey perişanlığın ta kendisiydi.
Sefaletine sebep olan ve önündeki bez parçasına uzanan 3-5 kuruş madeni paranın ışıltısın da hafifçe parlıyordu. Dudakları açılmadan uzuyordu yanaklarının yanlarına. Ortaya çıkan, derin vadilerin oluştuğu yüz kaslarına bakıp, dondum kaldım öylesine. Sonra bir kız çocuğu belirdi etrafında, saçlar kirli ve dağınık, sanki yüzündeki siyah lekeleri, kiri makyaj kabul etmiş. Elindeki elmayı her tarafından küçük ısırıklarla çevirip, bitirmeden oynuyordu.
Enerjisini sokaklarda taşıran ancak kabullendiği çaresizliğine takılmadan, sorgulamadan mutlu yaşamaya gayret eden bir kız çocuğu, “hadi daha fazlasını ver” diye fısıldıyormuş gibi baktı bana.
Bütün bu görüntülerin içinden sıyrılıp 20 metre ötede beni bekleyen gözlükçümün dükkanına girdim. Tamire verdiğim gözlüğüm yeni takılmış camları ile masanın üzerinde duruyordu. Gözlüğümü bana uzatırken suratındaki kızgınlık ile endişe karışımı ifadesine takıldım,
Takılmaz olaydım, konuştukça daha çok dertlendi, daha çok umutsuzluk ağına sürükledi hem beni hem de kendisini.
Onun da derdi paraydı ama bizim paramız değil, yabancıların parası… Cam dışarıdan, çerçeve dışarıdan, ekipmanların tamamı dışarıdan olunca mecburen döviz ihtiyacı çok büyüktü.
Kendi paramızla başkasının parasının hepimizin kafamıza tokmak gibi indiği bir geçim ve gelecek derdinin ortasındayız anlaşılan.
Bu derdin yarattığı binlerce sorun, sorunu yaşayan milyonlar ve akşama kadar onlara üzülmekten öteye gidemeyen bizler.
Dalgın adımlarla oturduğum kafede “Sen var bir şey istemek” tarzında bir garson sesine çevirdim yüzümü. Sen kimsin dedim, her zaman tanıdığım çocuğu sordum, ayrılmış. Patronu geldi hoş geldin selamı vermeye, ona da sordum. Yabancılar yarı fiyata çalışıyor, bu pahalılıkta bizimkiler ile devam etseydim dükkânı kapatma riski alacaktım dedi.
Kısacası sadece para konuştuk.
Akşam eve geldiğimde bankadan çektiğim bir tomar parayı nereye harcadığımı sordu eşim. Cebimde kala kala en küçük kağıt para kalmıştı ve biz sohbete paradan devam ettik.
Yine birisinin kendisini kurtarmak için ortaya koyduğu haklı sebeplerin ucunda kalmış tanımadığımız bir esnafı, yaratılan işsizleri, görmediğimiz açlıkları ve belirsizlik dolu umutsuz bir geleceği yorumladık. Para konuştuğumuza pişman olup sustuk.
Neyse dedim, yarın seçim var. Değiştirelim değişimi görelim…
Beklediğim yarın da değişen bir şey olmadığını değişimin istenmediğini gördüm.
Yaşanan gerçekler, bu gerçeklere paralel duygular ve hiç ilgisi olmayan sonuçlar arasında bir muhasebe yaptım.
Bana ne sizden diye haykırdım herkese,
Herkes hak ettiğini yaşar dedim
Bir daha size yardım etmeyeceğim, görürsünüz hepiniz
Gülümsemek bile çok size, değil ki konuşmak ya da yardım etmek,
Diye devam eden tüm isyanlarımı 24 saat bile geçmeden, yeniden katlayıp attım çöp sepetine..
Birlikte yaşama kararlarımız siyah ya da beyaz gibi iki seçenek üzerinde kurulu değil.
Renklerin çok olduğu ve her rengin sınırsız tonlarına batırılmış bir yaşamın tam da içindeyiz.
Hiç tanımadığım bir sanatçı en iyi kadın oyuncu ödülünü alıyor ve ben buna çok seviniyorsam,
Taraftarı olmadığım bir kulüp, dalında Avrupa şampiyonu oluyor ve coşuyorsam,
Gurbet demiş gitmiş, hatta gittiği ülkeye vatandaş olmuş bilim adamının buluşuna ağlıyor, mutluluk gözyaşlarımı tutamıyorsam,
Metrodaki pırıl pırıl gençlerin öğrencisi oldukları üniversitelerine bilim adına katkı sağlama çabalarını içeren sohbetlerini, Nikah salonundan fotoğraf çekmek için çıkmış gencecik evli çiftlerin mutluluğunu, parkta koşan paytak yürüyüşlü bebeğin o sımsıcak gülümsemesi gibi beni ben yapan çok şeyden vaz geçemiyorsam, güzel duyguların dışına taşınıp yalnız ve karamsar bir yaşam süremem.
Bunun adı benim için "yok oluş" olsa gerek.
Birlikte güzeliz.
Kalıcı bir kötülük yer yüzünde hiç olmadı diyorum kendime. Biraz dayanır, sıkıntı çeker, her şeyi değiştirip düşeriz yaşam yollarına yeniden ve mutlaka kazanırız diyorum.
Güzel yaşamak için insanoğlu geçmişte çok bedeller ödenmiş. Bizler de ödemeye devam edeceğiz anlaşılan. Geçmişte ödenen bedeller ile bedavaya yaşamak yokmuş bu hayatta. Tecrübe ve akıl sadece daha iyi şeyleri ve düşük maliyetleri ile sunuyor bize.
İçilen çayın hesabı ödenmiş ama yeni çaylar içilmeye devam ediyorsa, güncel hesapları da ona göredir diyorum ve herkesi bu duyarlılık içerisinde masada kalmaya, omuz omuza verip sevginin mucizesine sarılmaya davet ediyorum.
Omuz omuza çay içebilmek elimizde kalan ve kaybetmememiz gereken insani bir değerdir. İnsan olabilmenin dayanılmaz ağırlığı...