Dünya nüfusu 8 milyar kişiye dayanmış.
Kaynaklar azalmış, iklimi koruyacak orman alanlarının talanı başlamış, su kaynakları da tükenme noktasına gelmiş.
İnsanlar, su için, yiyecek için birbirinin topraklarına göz dikecek seviyeye doğru hızla ilerliyor. Bu durum kurulan tüm düzenlerin yok olmasına, paranın gücünün sıfırlanmasına kadar gidecek. Kapitalizm için tehlike çanları çalıyor.
Her şey, verimlilik ve daha çok üretim ile beslenmenin yeterliliğini sağlamak adına sözde iyi niyetle başladı.
Öncelikle temel besin kaynağı buğdayın kromozom sayısı 18 den 39 a çıktı. Böcek ve diğer zararlılardan etkilenmeyen, şiddetli rüzgâra dayanıklı, daha kalın saplı olmalı derken, bildiğimiz temel gıdanın her şeyi değiştirildi. Arkasından yine çok tüketilen mısıra geldi sıra. GDO lu mısır tarlalarında yaşayan farelerin birer birer öldüğü raporlandı (Dünya Gıda Örgütü). Bu raporlar aslında elde edecekleri hedefin göstergeleriydi.
Gıda üzerinde çalışmalar devam ederken başka araçların da denemeleri de yapıldı. Kuş gribi, domuz gribi, deli dana, Kırım Kongo kanamalı humma gibi çok sayıda, öldürücü etkisi olan hastalıklar, çeşitli canlılar vasıtası ile çoğaltıldı ve yaşam ortamlarına sürüldü. Bu tip çalışmalarda kontrol edilemeyen birçok faktör yaşandığı için vaz geçildi. Projeler askıya alındı.
Tüm olumsuz çalışmalara ek olarak, yapılmakta olanların etkilerini asgariye indirecek neler olduğunu tespit etmeye yönelik diğer çalışmaların da hızlandırıldığını unutmamak lazım. Öyle ya planlayıcıların hem kendilerini hem de gelecek kuşaklarını koruyarak, yer yüzündeki hakimiyetlerini elde tutmaları son derece önemliydi. Panzehir mutlaka bulunmalıydı.
Uzunca bir dönem GDO lu yiyeceklerin önünde duracak ve bağışıklık sistemini güçlü kılacak, ancak henüz etkili olamadıkları gıdalar için sağlıksız oldukları gerekçesi ile ve yine bilim adamları aracılığında kötü propagandalar yaptılar. En bariz örnekleri Yumurta ve Tereyağı oldu. Ne zamanki bu ürünleri veren canlılara tükettirdikleri GDO lu yemler, ürettikleri ürünlere geçti işte o zaman bu besinlerin tüketilmesi gerektiği, sağlıklı oldukları yönünde tavsiyeleri sıkça duymaya başladık.
Olumlu çalışmalarda bulunan en önemli fenol bileşik soğuk sızma zeytinyağı ve zeytin yaprağında bulunmuştur. Bu konudaki bilgilere, yine bu sitede yazdığım “Bağışıklık sistemi çökerse insan da çöker” başlıklı yazımdan ulaşabilirsiniz.
Şimdi bütün bu gelişme ve bilgiler ışığında kendi ülkemize dönelim;
Zeytin dikim alanlarının ve doğal zeytin bölgelerinin, en çok zararı verecek termal santrallerin kurulması için kesilmesi, Kaz dağları gibi zeytin ağaçlarının en bol olduğu bölgelerde siyanürle altın aranmasına izin verilerek doğasının talan edilmesi, zeytin fidesi dikiminin yasaklanması ve zeytin ağacının Yahudi sakladığına yönelik dini motifler kullanılarak tepkilerin bastırılmasına yönelik hikayelerin uydurulması asla tesadüf değildir. Bu çalışmaların 1950 li yıllarda para verilerek yaptırılmış olan “Zeytin yağlı yiyemem aman” türküsü eşliğinde ve Marshall yardımları ile bu topraklara sokulmuş olan bitkisel yağların girişi ile başladığını tarihçe olarak unutmamak gerek.
Elbette ki sadece Zeytin ağacı üzerinde oynanan oyunlar yeterli değildi. Tarım ürünlerinin neredeyse tamamının ithal edilecek hale getirilmesi, GDO lu ve hibrit tohumları kullanmaya zorlayan yasal düzenlemeler, çiftçinin üretim maliyetlerinin bilerek yükseltilmesi yolu ile üretmekten vaz geçecek hale getirilmesi ve tarım nüfusunun göçe zorlanarak bir kültürün yok edilmesi de oyunun ana parçalarından birisidir.
Yüzlerce HES projesi ile enerji üretme sevdası içerisinde, dere yataklarının değiştirilmesi, toprağın su ile buluşmasının pranga altına alınması ve göllerin kuruması sürecine gidecek önemli uygulamaları da unutmamak gerekir.
Tarım kültüründen uzaklaşan insanlar, İthalatı destekleyen maliyet artışları, Zeytin gibi bir kurtarıcıya vurulan darbeler. İstemezseniz de kullanmak zorunda bırakıldığınız tohumlar, ek olarak su kaynaklarından uzaklaştırılan tarım arazileri ve yapılan kötülükleri iyilikmiş gibi anlatan söylemler şeklinde makro bir manzaranın ortasındayız. Her ne kadar Tarım sektörü kullanılarak bu sonuçlar dizayn ediliyor ve ekonomiye büyük zararlar veriliyorsa da mesele sektör meselesinin dışında ve Nüfus ile ilgili. Daha çok çoğalmamızı isteyen birisi böyle bir oyuna bilerek isteyerek düşer mi? Onu da siz sorgulayın derim.
Yapılanlar ve yaşadıklarımızdan sonra bütün Dünyada doğrudan bağışıklık sistemi GDO lu besinlerle zayıflamış bireyleri hedef alan Covid-19 virüsünün ortaya çıkarılmış olması ne kadar enteresan değil mi? Vaka sayısı, ölüm sayısı gibi doğru istatistiklerin verilmiyor olması ve bu durumun ulusal çıkarlara bağlı olarak yapıldığının açıklanması da düşündürücü. İlk anda istatistik toplayan planlayıcıların oyunlarına hizmet etmeyerek ulusal çıkarlarımızın korunduğu akla gelebilir. Ancak vahim durumun içeride yaratacağı sorgulama ile ulaşılacak sonuçların ulusal olmaktan öte iktidarların çıkarlarına olumsuz etkiler ile dayanacağı da bir diğer olasılık. Acaba hangisi?
İlginç olan en önemli olay ise, yukarıda sayılan ve şaşkınlıkla seyrettiğimiz, akıl ve bilim açısından hiçbir yere koyamadığımız uygulamaları yapanların bu virüsü tam olarak kontrol altına almayı istememeleridir. Bu isteği sadece ÇİN hakkı ile yerine getirmiş ve salgını sıfırlamıştır. Başlangıç noktası olan ÇİN’in ne yaptığı ve elde ettiği sonuçlar ortada iken, her ülke tarafından biliniyor iken bu yolların takip edilmemesi, deneyimlerin uygulanmaması insanı çok karışık duygulara götürmekten başka bir işe yaramıyor. Çember daralıyor ve virüsle yanı başımızda volta atıyor.
Hedefler iyi veya kötü hedefler olarak belirlenir. Bir bireyi, eğitim vererek bilim insanı olmasını sağlamaya yönelik iyi hedef taşımanın yanı sıra, başka birini yok etmeye, acılar içerisinde yaşamaya mahkûm edecek kötü hedefler taşıyan insanlar da vardır.
Birilerinin hedeflerini menfaatleri uğruna satın alan insanlar da vardır. Örneğin yok etmek istediğiniz birisi için tetikçi, ajan vb sıfatlar taşıyan insanları satın almak gibi.
Bazen de içine düştüğünüz oyunun farkında olmadan hareket edersiniz, sürekli yaşadığınız sorun ve sıkıntıları aşma çabalarınız, kaosun yarattığı sorunlar içerisinde kıvranıp, dönüp bakmayı başaramazsınız. Kandırılmak farkında olmamaktır. Öyleyse yönetmekten öte savrulma gerçeği ile baş başasınız demektir.
Dünya konseyinin (Planlayıcıların), hedeflerine ulaşması için en yoğun çabayı sanıyorum ki biz gösteriyoruz. Ne uğruna gösteriyoruz, hangi amaç ve fayda uğruna çalışıyoruz sorularına yanıt bulmak da zorlanıyorum.
Millet varsa, ortada yönetim ihtiyacı olan insanlar varsa, yönetim vardır, iktidarlar vardır. Yok oluş içerisinde ne iktidarlar kalır ne de gelecek nesiller.
Bu kadar tuzağı ve kötülüğü, göz göre göre, bile bile, başkalarının oyunlarına alet olmayı insanlar neden isterler?
Ülke vatandaşlarımızı korumak, onların geleceği için kaygılanmak, huzursuzluğa yol açacak, kaynak sıkıntılarını aşacak yeni bir nüfus planları yapmak, CUMHURİYETİ korumak, sahip çıkmak kadar önemli ve değerlidir.
Comments