Akıl ve bilim istenilen düzeyde değilse hikayeler bol olur.
Mevlâna bile tüm öğretisini hikayeler içerisinde anlatmış. Nasreddin Hocamız da aynı yöntemi izlemiş.
Önemli sorunumuz ise hikayeleri gülünmesi gereken komik olaylar şeklinde algılamaya devam etmemizdir.
Herhangi bir yerde ya da herhangi bir mekânda geçen din sohbetlerine kulak kabartın. Peygamber efendimiz bir gün…. Diye başlayan ve içerisine sıkıştırılmış bir öğütün, bir davranışın hikayesi ile anlatılmaya çalışılan din ile karşılaşırsınız.
Toplumu harekete geçirmek, bilginin en hızlı şekilde yayılmasını sağlamak gibi fonksiyonlarının yanı sıra oldukça özel ve gizliymiş kılıfları içerisinde sunulan hikayelerimiz de oldukça boldur. Sorgulama gereği duymadan alırız ve hemen bir yerlerde satmaya başlarız. Zaman içerisinde kurnaz kişilerin eklediği rötuşlar ile başkalaşarak gelir söylem soframıza oturur.
Günümüzde hikayeler yazılarak değiştirilmesi arzulanan 2 konu sürekli dikkatimi çekmiştir.
Birincisi uzun yıllardır üretilen çok sayıda ve farklı konularda ortaya atılmış Güney Doğu’da geçen hikayelerdir.
…. Filanca dağda, falanca ovada, diye yer tarifi ile başlayan ve arazide bulunmuş, yaşamını yitirmiş mühendisler üzerine kurulu maden, değerli madenler keşfi üzerine, ya da açılmış, kapatılmış betonlanmış petrol kuyuları üzerine üretilmiş masallar oldukça çoktur.
Aslında verilmek istenen güçlü mesaj, bölgede inanılmaz bir zenginliğin olduğu ama ulaşılmasında devlet engeli olduğudur. Ulaşmanın tek yolu ise hedef olarak ayrılığı, özerkliği veya bağımsızlığı işaret eden bölünme modellerinin kabulüdür. Bölgede yaşayan halkın hikayelere inanması, ayrılmayı güçlü bir şekilde destekleyen tepkisi yakalanırsa bu hikayeleri üretenler amaçlarına ulaşmış olacaktır.
Hikayelerimizin önemli bir kısmının bölünmeyi desteklemek üzere üretilmiş hikayeler olduğunu görmek lazım. Çıkış kaynaklarını ve üretim merkezlerini ciddiye almayan, bir hikâyenin peşinde mi koşturacağız, bizim daha ciddi işlerimiz var diyerek önemsemeyen devlet maalesef bu hikayelerin gücü altında onlarca yıldır ciddi güvenlik problemlerin yanı sıra azımsanmayacak bir ekonomik harcamanın altında da ezilmiştir. Ezilmeye de devam etmektedir.
İkinci önemli hikayemiz etkili bir türkü ile başlayan ve 70 yıldır devam eden başka bir amaca hizmet etmektedir.
Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman.
Okurken bile melodisi beynimizde canlanıyor ve canımız kalkıp oynamak istiyor.
Son 5 yıldır bu türkünün yeterli sonucu sağlamaması üzerine zeytin ağaçları ile ilgili bir hikaye servis edildi.
Her zeytin ağacı arkasında bir Yahudi saklar….
Millet bu hikâyeyi duyacak, inanacak ve vurun kellesini diyerek ağaçları kesecek...
Din ve ırk motifli bu hikâye maalesef Anadolu’nun batı bölgelerinde arzu edilen desteği görmedi ve inandırıcı bulunmadı. Okur yazar oranı yüksek, eğitim seviyesi yüksek ve Akdeniz kültürünün tüm inceliklerini bilen insanlarımız güldü geçti. Ancak onların ağaçlarına yapılan zulümler bu hikâyeye inanan ve zeytin ağacı sahibi olmayan bölgelerde karşılık bulduğu için toplumsal olarak verilmesi gereken tepkinin boyutu, etki gücü kesilmiş oldu. Kısacası belki de hesap buydu ve işe yaramış gibi görünüyor.
Zeytin ağacı ve zeytin yağı konusunda kısa ve özel bir paragraf açmak lazım.
Toplum gıda ve beslenme anlamında değiştirilmesi gereken ilk darbeyi Marshall yardımları altında yiyor. Bitkisel yağ, süt tozu ve krem peynir gibi kültürümüze uzak besinler halkımızın beğenisine sunulurken, zeytin yağı ve tereyağı gibi ürünlerden uzaklaştırılmaya başlıyoruz.
İskenderun bölgesinde zeytinlikler içerisindeki çalı türünün ihracatı, odun kömürü yapılacak bahanesi ile desteklenirken yıllar sonra bu çalıların zeytin ağacının yetişmesi ve verimliliğindeki önemi anlaşılınca duruyor. Aslında İspanyolların üretimimize darbe vurmak için bu parayı verdikleri anlaşılıyor.
Üretime en alt düzeyde destek verilmesi, maden alanları için kazılması, termik santraller ile daha geniş coğrafyanın etki altına alınması, fide dikiminin yasaklanması gibi ardı arkası kesilmeyen uygulamalar ile kendi elimizle desteklediğimiz bu kıyametin arkasını görmeden başarılı olacağımızı sanmıyorum.
Yıllar sonra dünyayı saran salgın hastalık bize bağışıklık sisteminin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Kim bilir belki de bu salgın yer yüzünde yaşayan toplumların bağışıklık endekslerini data olarak ele geçirmek için yaratıldı. Ülkelerin ne durumda olduğu not alındı ve yeni gelecek saldırıların hazırlıklarına girişildi.
Bu işin neden çok ama çok önemli olduğunu anlamanıza yardımcı olmak için bizzat yaşadığım gerçek bir olayı aşağıdaki yazımda kaleme almıştım.
Önce bölünerek küçüleceğiz, sonra sağlıksız ve zayıf yapımızla karşı koyamayacağız ve yok olacağız. Bu planlara dur diyecek gücümüz ve aklımız varken, fırtınadan önce yelkenleri toplamak da yarar var.
Kaliteli eğitim düzeyini yakalamak, bireyleri eğitmek, sorgulayan akıllı bireylerin yaşadığı bir toplum olmak zorundayız.
Sizce eğitime vurulan bu ağır darbelerin bu konuyla da ilgisi var mı?
Elbette ki var. Hikaye dinlemeden, geleceğinizi hikaye olmadan kurtarmış olacaksınız.
Hikayeler önemli tabiki! Mesela yakın zamanda gündemimizi meşgul eden "Lozan anlşmasının" gizli maddeleri hikayesi! 2023 te bitecek maddeler gibi saçma hikayelerin topluma sunulması hikayesi. Amiane tabirle "yersen" diyor ya, eh işte yersen hikaye bol...