top of page
Yazarın fotoğrafıercansimsektr

İYİ İNSANLAR

Güncelleme tarihi: 29 Tem 2022



Bu hikâye gerçek yaşamdan alınmış olup yaşanmış bir hikayedir.

Kötülüğün, bencilliğin, kibrin hüküm sürdüğü ve insanların çaresizlikten ölümü seçtiği bu günlerde, yaşamın aslında ne kadar güzel olduğunu, paylaşmanın, dostluğun hangi vicdanları hangi zaman diliminde harekete geçireceğini bilemeyiz.

Beklentilerinizi günlere, haftalara, aylara veya birkaç yıla yaymayın. Siz yaşamayı başarın bir yerlerde. Beklediğiniz zaman gelip sizi bulacaktır.

……. Yıl 1987

Soğuk ve karlı bir aralık ayı. Gecenin geç saatleri

Evleneli 3 ay olmuş, görevi nedeni ile bulunduğu yerden henüz yanıma gelememiş eşime olan özlem duygularımın tavan yaptığı saatlerde, yalnızlık içinde kıvranırken kapı çaldı.

Kapıcıdır düşüncesi ile yavaş ve tembel bir kalkışla açtım.

Açık kapının ağzında şok geçirmiş vaziyette kalmışken;

-Damat bizi içeriye almayacak mısın dedi, Necmi amca.

Yanında ortağı olduğunu söylediği tanımadığım kişi ile içeri girdiler.

Şok olmama sebep olan şey, Necmi amcanın kimseyi ziyaret etmeyen garip yapısını biliyor olmamdan kaynaklı. Ayrıca, sadece bir kez düğünümde görmüşüm o kadar.

Velhasıl kuruldular şömine başına, sohbete başladık. Açlık var mı diye sordum, çay veya başka bir içecek ister misiniz dedim. Sadece, birer bardak su aldılar.

– Yola devam edeceğiz. İstanbul’a peynir bırakmaya geldik, işimiz uzadı, geçerken de seni görmek istedim, dedi.

Evimiz E-5 kara yolunun hemen yanında olduğu için hem adresi bulmak kolaydı, hem de transit geçişlerde selam vermek zaman kaybettirmiyordu.

Kısa süre kaldılar, Ankara’ya gidiyoruz diye kalkarlarken;

– Bende geleyim sizinle diye ani bir karar verdim. Ertesi gün Cumartesi ve tatildi. Pazar akşamı tekrar dönerim diye düşündüm.

Sevindi, gel damat dedi. Apar topar indik aşağıya. Kapının önünde yarım kamyonet bir araç. Ortağı geçti direksiyona yola koyulduk. Bol sohbetler ile devam eden yolculukta yaşamına dair inanılmaz keyifli anılar anlattı, ben de dinledim. Bir ara araç sarsılınca kafamı şoföre çevirdim, uyumamak için direnen bir adam direksiyondaydı. Aslında, 24 saat hiç uyumamıştı. Arabayı uygun bir yere çekmesini istedim, durdu, direksiyona ben geçtim. Yaklaşık 250 km yol yaptım, her ikisi de uyudu. Bir ara Necmi amca gözünü km saatine dikmiş,

-Hızında güzelmiş, dedi.

-İstersen daha yavaş gidebilirim, dedim.

-Yok, yok onun için demedim. Bu hızla bu kadar konforlu araç kullanıyor olmana şaşırdım, dedi. Hiç sarsılmadık ve hissetmedik diye de devam etti.

Yine de yavaşladım.

İşlerini sordum. Antalya / Elmalı da bir mandıra kurmuş, sadece Peynir yapıyormuş. İşler fena değilmiş ama az kalsın batıyorduk, dedi. Hayırdır, dedim ve bana aşağıdaki muhteşem hikâyeyi anlattı:

“…. Ülkede yem krizi çıktı. Hayvan sahipleri para ile süt satmamaya başladı. Sütü yem getirene vermeyi tercih ettiler. Biz yemden anlamayız, hiç almadık. Alamazsak batacağız. Tesis durdu, işçiler bekliyor, teslim etmemiz gereken siparişler falan derken sorunlar büyüdü. Yakınlarda bulunan yem fabrikasına gitmeye karar verdim. Kalktım gittim. Bahçesinden onlarca insan, yol kenarında kamyonlar. Büyük bir kalabalık. Uzunca süre bahçede dolaştım, oradakilerle sohbet ettim, ne yapacağıma karar veremedim. O arada fabrika kapısındaki bekçi bana seslendi. -Amca gel şöyle otur biraz, soluklan, saatlerdir ayakta dolanıp duruyorsun, dedi. İşin aslı Damat gerçekten yorulmuş ve çaresizdim. Kulübeye gittim sandalyeye oturdum. Bir bardak su ikram etti. Nereden gelirsin, nereye gidersin sohbeti içinde nerelisin? Diye sordu. -Malatyalıyım, dedim. -Bizim genel müdür de Malatyalı, dedi. Heyecanlandım. Adını soy adını, kimlerden olduğunu peş peşe sordum. Bekçi sadece adını söyledi. Ben Malatya’da uzun yıllar ticaret yaptım, hemen hemen herkesi tanırım, bir gidip görüşeyim dedim, bana yolu tarif etti. Çıktım odasına, kapıda bir sekreter: -Amca buyur, dedi. -Ben Malatya’dan Necmi Ağan, müsaitse müdür beye bir selam vermek istiyorum, dedim. Önündeki telefondan aradı. Daha konuyu bile tam anlatamamışken kapı açıldı. -Siz Hulki Ağanın nesi oluyorsunuz? Diye sordu. -Ben onun büyüğüyüm, Hulki benim kardeşim, dedim. Geldi bana sarıldı Ağlıyordu…. İçeriye davet etti, masasına oturdu, gözlerini sildi ve titrek bir sesle -Hoş geldin amca, seni bana Allah gönderdi, dedi. -Yeğenim benim biraderi nereden tanırsın, dedim. -Anlatacağım Necmi amca, şimdi sana ne ikram edeyim onu söyle, dedi. Ve o da bana kendi hikayesini anlattı: ….Yıllar 1960 ve küsuratlarını gösteriyor. Malatya’da fakir bir ailenin çocuğu olarak liseyi bitirdim ve A.Ü Ziraat Fakültesini kazandım. Her şeye rağmen okumak için Ankara’ya geldim. Üniversite 3. sınıfını ancak bitirebildim. Artık okuyacak takatim kalmamıştı. Parasız pulsuz, okula bile yürüyerek giderken, aç susuz geceler sınava çalışırken pil bitmişti. Bu durumda kaydımı dondurup 1 yıl çalışarak para biriktirmek ve sonraki yıl diplomayı almak üzere plan yaptım. Elbette ki hemşeri büyüklerimize gittim, durumu anlattım bana iş verecek kim var diye sordum. Kısa bir süre sonra bana Hulki bey var dediler. Kurtuluş parkının orada TED koleji ek binasının inşaatını yapıyor, ona git, en kolay sana iş verecek yer orası dediler. Evime uzaktı, orada bulup bulamayacağımı da bilmiyordum. Yürüyerek gittim. Yolda ettiğim duaların hesabı yok. Şantiyeye girdim, sordum. Bana odasını tarif ettiler. Gittim yanına… Beni bir baba gibi sıcak ve sevgiyle karşıladı, oturttu. -Nereli olduğumu ve kimin gönderdiğini söyleyip İş istiyorum dedim. Hızlı ve kısa giriş yaptım konuşmaya: Bana ne yapıyorsun? Buralara neden geldin? Uzmanlık alanın nedir dedi? Mecburen tüm hikâyeyi anlattım. Uzun uzun ve hüzünle dinledi. -Sana geçinmek için ayda kaç lira lazım, dedi. Geçmiş gün hatırlamıyorum ama, yetecek asgari bir rakam telaffuz ettim. -Tamam dedi. Bak şimdi şöyle yapıyoruz. Öncelikle şu iş avansını al diye bir harçlık uzattı. Halsizlik suratımdan yansıyordu sanırım. Anlamıştı. -Şimdi gidiyorsun ve okuluna devam ediyorsun. Her ay bana gelip bu maaşını alıyorsun ama tek şartım var, dedi. Şaşırmıştım, şartını sordum. -Yıl sonunda o diplomayı alarak geleceksin ve ben göreceğim, dedi. Yaklaşık 10 ay her ay başı gittim, maaşımı aldım, okula devam ettim. Diplomayı alıp ellerini öpmeye gittim, öptürmedi. Sarıldı. Ben ağlayarak ayrıldım yanından. Bir daha bulamadım, göremedim. O diploma ile bu gün buradayım işte .. Necmi amca duygulanmış, gurur duymuş ve şaşırmış bir halde otururken Genel müdür sormuş. -Sizi buralara hangi rüzgâr attı? Kriz, mandıra, iflas riski konularını içeren hikâyeden sonra, -Necmi amca ihtiyaç olduğunda bana telefon et yeter, buralara kadar yorulma. Mal parası da hiç önemli değil. Ödemesen de olur diyerek talimatla bir kamyon yükletmiş ve Necmi amcayı yolcu etmiş. Tabi ki Necmi amca mal bedelini ödemiş.

Bu hikâyeyi dinledikten sonra Kayın pederim Hulki beye anlattım. Yıllar sonra ancak hatırlayabildi.

Hiçbir menfaat gözetmeden, beklemeden sadece bir gencin hayatına dokunmuştu ve bu dokunuşları çok kişiye yaptığı için hatırlamakta zorlanmıştı.

Bu hikayemi çaresizlik içinde kıvranırken bile yaşamayı tercih edenler için yazdığım bir şiirle süsleyerek sonlandırmak istiyorum:

Geceler yatağım benim Yalnızlık yorganım Sessizce uzanıyorum Sen gelene kadar Rüyalar yaşamım benim Göz kapakları perdelerim Sessizce kapatıyorum, Sen gelene kadar Göz kırpıyor toprak, Gelsene diyor yanıma Yaşanacak günler varken Gülüp geçiyorum.
107 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2_Post
bottom of page