Çocukluğumuzun öğüt veren düşündüren içerisinde gülmeyi ve zekayı barındıran hikayelerimizin kahramanı Nasreddin Hoca bu toprakların aslında ünlü bir toplum bilimcisidir.
Bir yandan yaşadığımız kültürü, diğer taraftan bu kültürün içerisinde şahsi menfaatleri için her şeyi eğip büken insanlara yönelik hikayeler aktarmıştır. Yüksek zekâ düzeyi ile gelişmiş hazır cevap tavrı içerisinde verdiği olmadık, beklenmedik yanıtları ile hepimizi de güldürmüştür.
20 yıldır hocanın hikayelerini yaşıyoruz ve benim bildiğim Nasreddin Hoca böyle değildi, böyle dememişti diye günlerimizi geçiriyoruz. Hikayesini yaşıyoruz ancak söylemek istediğini değil.
Hoca Akşehir gölüne yoğurt mayası çalarken kendisine itiraz edenlere “Ya tutarsa” demiş.
Karşısında neden tutmayacağını bilim ve akılla açıklayan birileri olmadığı için de bu bahisten kazançlı çıkmış. Gerçekte bilimsel olarak tutması mümkün olmayan bir olaya inanacak insanların çokluğunu ve durumlarını tanımlamış.
*Yolcu uçağımız göklerde
*Savaş uçaklarımız çok yakında
*2023 İhracat hedefimiz 500 milyar dolar
*Ülkeyi ilk 10 ekonomi arasına sokmaya az kaldı
*Aya gidiyoruz, uzaya çıkıyoruz
*Altın bulduk, gaz bulduk, petrol bulduk
Türünden "ya tutarsa" özneli popülist söylemler ile bu günlere kadar geldik. Tutmasının güzel hayalleri arasında açlıktan sadece karnımızı tutan bir millet olduk.
Yine sevgili hocamızın “Parayı veren düdüğü çalar” başlıklı meşhur bir öyküsü vardır.
*Parayı verdiler sınırları açtık
*Parayı verdiler düşmanı dost ilan ettik
*Parayı verdiler dosyaları bile yolladık
*Parayı verenlere sadece ev arsa, fabrika vermedik üstüne vatandaş bile yaptık iyi mi?
Sevdiğim hikayelerinden bir diğeri, boyanmış yumurtalardan elde ettiği kardır.
Hoca köylüden 30 kuruşa 30 yumurta almış. Eve getirip haşlamış ve hepsini boyamış. Boya için de 20 kuruş harcamış. Hanımı bakmış hoca pazarda tanesi 1 kuruşa boyalı yumurta diye tezgâh açmış. Yaklaşmış yanına demiş bu nasıl ticaret 50 kuruş harcadın, 30 kuruşa satıyorsun. Hoca eğilmiş eşinin kulağına “sus hanım ben boyadan kazanıyorum” demiş.
Bizim boyadan kar ettiğimiz o kadar çok şey var ki;
Şeker Fabrikalarını sattık. Alanlar arsalara lüks siteler yaptılar şeker fiyatları fırladı 20 katına. Kâğıt fabrikalarında da aynı manzarayı yaşadık. Ucuz fiyata tarımsal ürün almak varken önümüze gelen çiftçiye nereye gidersen git dedik ne eken kaldı ne üreten. Şimdi ürün veren de kalmadı, boyadan kar ettik ama zararımız çok büyük. Süt ineğini kesip, etten para kazanırken sütsüz kaldık iyi mi?
Araya “Yavrulayan kazan” “Dama çıkan eşek” “Ye kürküm ye” gibi meşhur hikayelerini de çeşitli örneklerle sıkıştırabiliriz bu dönemin uygulamalarına.
Türbesini ziyaret ettiğim zaman yere çakılı bir plaka görmüştüm. “Dünyanın merkezi burasıdır” yazılı. Biz de boş durmadık ve Dünya lideri yarattık. Ülkenin ortasına, herkesin kafasına bu plakayı çakmaya soyunduk. Sonuç olarak gidebildiğimiz ülke kalmadı nerdeyse. Yattığı yerde kulakları çınlamış, alkışlamıştır hepimizi.
Şimdi hikayelerinin sonuncusundayız;
Hoca eşek çalmakla suçlanmış ve şikâyet edilmiş. Kendisi kadı olduğu için yargılamayı bizzat padişah yapmış. Çok sevdiği Nasreddin hocayı istemeyerek idama mahkum edince, hoca aman efendim ne yapıyorsunuz, bu salondaki eşek olarak gördüğünüz canlı benim kardeşimdir, bana müsaade edin ispatlayayım demiş. Padişah gülmüş, nasıl ispat edeceksin kadı efendi demiş. Hoca yerinden doğrulmuş, bana 1 yıl süre verin ben bu eşeği bizim gibi konuşur halde huzurunuza tekrar getireyim demiş. Zaten verdiği karardan dolayı vicdanı el vermeyen padişah peki demiş, kararını 1 yıl ertelemiş. Akşehir’e dönerlerken eşi yine sormuş, nasıl yapacaksın bu işi, eşek hiç konuşur mu? Demiş. Hoca dönmüş bre hanım demiş, 1 yıl süre aldım, bu sürede eşek mi, ben mi, padişah mı ölür kim bile bilir?
Uzatmaları oynadığımız bu süreç de etrafımızda çıkacak bir savaş, içeride çıkacak bir savaş, bize bol para verecek bir ülke, Kim bilir belki de her şeyi ertelemeyi gerektirecek başka bir felaket çıka bilir. Muhalefet ayrışa bilir. Kim bilir belki de ben ölürüm ve ne olduğunu göremem..
Şimdi çeşitli olasılıkların bekleyişi içerisindeyiz ve hadi hocam bu da tutmasın diye sıkmışız dişlerimizi Akşehir’den haber bekliyor gibiyiz.
Umuyorum ki; kulağımıza küpe olsun diye, cehaletin içerisinde boğulmayalım aklımızı kullanalım ve küçük menfaatlerimiz ile toplumu bozmayalım, birlik olalım, herkesin hakkını koruyalım diye anlattığı yaşadığı ve yaşattığı hikayelerinin bu kadar kötü kullanılmasına bir yanıtı olacaktır bu toplumun.
Ben kendi adıma tanıdığım, bildiğim o yüksek zekayı yeniden bulacağımızı, gülmek yerine acılar içerisinde kıvrandığımız bu yılların hikayelerine son noktayı koyacağımızı kesin olarak görüyorum.
Son söz; hikayeleri anlatıp gülerek bırakmayın, özünü kavrayın, aklınızı kullanın yoksa siz gülünecek hallere düşüp ağlarsınız.
Commentaires