Yoksuluz, hem de öyle böyle değil.
Binlerce yıl dolaştığımız coğrafyalarda üretimden uzak, yaşamışız. Çok değerli icatlarımızı gittiğimiz her yerde herkes ile paylaşırken koruyup sahip çıkmak ve geliştirmek gibi kaygılar taşımamışız. Yaptığımız kadarı ile yetinerek geçirmişiz yaşamı.
Savaşı bile süngüler ve çıplak ayaklarımızla kazanmışız. Yokmuş çünkü.
Köy enstitülerine gelen öğretmen adayı o büyük insanların çocukluk resimlerine bakın. Hiçbir şeyleri yok. Kerpiç evlerinde birkaç baş hayvanı ve gaz lambası ışığında filizlenen hayatlarımız varmış.
Sahip olduğumuz her şeyi kullanarak kurduğumuz devletin ayakta durması için ne yapmamız gerekiyorsa yapmışız.
Devlet kendisi dışında iş yapanları desteklemiş, sektörler, destekleme (Sübvansiyon) sermayeleri aktarmış ve başarılı olanlar zengin olmaya başlayınca paranın gücünü keşfetmişiz.
Her şey bu keşiften sonra başlamış. Zenginleşme arzusu ile hazine devlette var diye sıraya girmişiz. Bir şey almadan bir şey vereceğimizi öncelikle oy gücü olarak satmışız devlete. Sonrasında da çok değişik yollar keşfetmişiz elbette ki.
Devletin malı deniz diye başlayan vicdanlarımızı rahatlatmaya yönelik deyimler üretip, fırsatı kendimiz için yakalarsak söylemek üzere saklamışız bir yerlerde. Bu ahlaksızlığa karşı çıkıp bu deyimi silmek yerine kendimiz için savunmaya dal olur diye korumuşuz.
Bu hibeler her zaman dağıtılmış, ancak hiçbir dağıtım beklenen gelişmeyi ve etkiyi yaratmamış. Alanlar her zaman açıkları bulup, kullanmışlar ve aldıktan sonra kaybolmuşlar.
Toplum olarak paylaşılmayan bir yoksulluk içinde çok ağır bir yoksulluk sarmalında yaşıyoruz. Bu yoksulluk devam ettikçe başkaları ile asla paylaşmayacağımız rantların peşinde koşuyoruz. O yüzden yapanları alkışlayıp, akıllı adam diye nitelendirecek kadar ahlaktan uzaklaşıyoruz. Ya bana çıkarsa sevdasının desteklediği bu bozulma gün geçtikçe artıyor ve inanılmaz boyutlara ulaşıyor.
Donumuza kadar soyulduk ve ağlıyoruz. Yoksullaştıkça sıraya giriyoruz devletin kapısında, bir oy bir ekmek sevdasına. Bu durumu görenler durur mu hiç? Paylaşamıyorlar bizim yoksulluğumuzu.
Oysa zengin olmak için pusudaydık. Oysa bitmeyen rezervlerimiz vardı. Yıkılmaz hazinelerimiz vardı.
Kardeşçe eşit paylaşmayı düşünerek üretmeye devam edip, ahlaksızlıklara prim vermeseydik bu kadar soyulmazdık.
Bu nedenle paylaşamadığımız yoksulluk bizi tüketmezdi. Oysaki o yoksulluğu paylaşabildiğimiz yıllarda kurmuştuk bu devleti. Büyük savaşları kazanmıştık.
Dibe vurduğumuz zaman tekrar çıkar mıyız? Karanlığın en koyu olduğu anda ışığı görür müyüz? bilemiyorum.
Yoksulluğu paylaşmayı yeniden öğrenmemiz gerektiği açıktır.
Comments